Tercümenin ve Tercümanın Ana Vatanı: Osmanlı Devleti ve Erken Türkiye Cumhuriyeti

Yazar: Sâkine Eruz

Tercümanlık binbir kültürü bünyesinde barındıran çokkültürlü Osmanlı Devleti’nin en saygın mesleklerinden biridir. İlkin mühtedi tercümanlara rastlıyoruz, örneğin Yunus Bey Hristiyan dininden İslam dinine geçer ve Kanuni Sultan Süleyman döneminin önemli çevirmenlerinden biridir. Draman’da[1] bir camisi vardır ve defalarca Venedik’e elçi olarak gönderilmiştir. Keza 1683 yılında Viyana Kuşatması’nda Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın en önemli çevirmeni Alexandros’un oğluna daha sonra Eflak Boğdan Beyliği verilecektir. Fener Rum Beylerinden olan Alexandros Bâb-ı Âli baş tercümanıdır ve aynı zamanda hekimdir. 16., 17. ve 18. yüzyıllarda batılı devletler Osmanlı Devleti’nin kendi tercümanlarına güvenmediği için kendi dil oğlanlarını, tercümanlarını yetiştirmeye başlayacaklardır. Bu dil oğlanlarından Napolyon’un Mısır Seferinde (1789-1801) de bulunan Venture de Paradis’e göre tercüman profili aşağıdaki gibi olmak zorundadır :

“İyi bir tercüman, kendi ana dilini iyi bilmeli, Doğu dillerinden ana diline çevrilmiş sözlük ve kitaplardan yararlanabilmek için yeterli Latince bilgisine sahip olmalı, ayrıca yazacak ve tercüme edecek kadar İtalyanca, Rumca, Türkçe, Arapça ve Farsça bilmelidir; büyük devletlerin il alanları ve ticaretin kuralları hakkında bilgi sahibi olmalı, tarih ve coğrafya bilmeli, özellikle de Türkiye’nin yasalarını ve adetlerini, Osmanlı hükümetinin çalışma tarzını ve yönetimle ilgili formaliteleri tam anlamıyla öğrenmiş olmalıdır. Ayrıca iyi bir tercüman bu bilgilerin yanı sıra, sağduyuya, uzlaşmaya yatkın bir kafaya ve soğukkanlılığa, dürüst ve güvenilir bir kişiliğe, veba salgınına aldırmayacak kadar da cesarete sahip olmalıdır.”  (Hitzel 1995: 76)

Frédéric  Hitzel’in iki dilli Dil Oğlanları Kitabı

Gerçekten de otuzun üzerinde dil ve on üçün üzerinde alfabe kullanılan Akdeniz, Ege Denizi, Marmara Denizi ve Karadeniz’de ticaret alanlarının kilit noktalarını zapt etmiş, Doğu’nun Batı’ya açılan kapısı olan bu devasa devlette tercümansız yaprak kıpırdamaz.

Tanzimat Fermanı’yla birlikte ise bu topraklarda yaşayan bütün kültürler kendi dillerinde gazete ve dergi çıkarmaya başlayacaklardır. Dahası iki, üç ve dört dilli baskılar çıkacaktır. İstanbul, İzmir başta olmak üzere bütün Anadolu’da yazılı basın son hızla önem kazanacaktır. Devletin ilk resmi gazetesi Takvim-i Vekayi aynı anda altı farklı dilde (Osmanlı Türkçesi, Arapça, Ermenice, Farsça, Fransızca, Rumca) basılacaktır.

Osmanlı Devleti’nde farklı alfabeler olduğunu belirtmiştik, bunu biraz açalım. Bir tür “Duraksız Kültürler Diyarı”[2] olan Osmanlı Devleti’nde yaşayan gayrimüslimlerin ortak dili Türkçedir, ancak alfabeleri farklıdır. Tam da bu nedenle 1851’de Mühendishane’de hoca ve tercüman olan Hovsep Vartanyan (Vartan Paşa) tarafından yazılan Akabi Hikayesi başlıklı aşk romanı, Avusturyalı Türkolog Tietze doksanlı yıllarda romanı Türk alfabesine aktarıncaya kadar pek de anlaşılmayacaktır. Çünkü romanın dilinin Türkçe olmasına karşın alfabesi Ermeni alfabesidir.

Akabi Hikayesi, yazar Hovsep Vartanyan (Vartan Paşa) Türk alfabesine aktaran Andreas Tietze

Aynı durum “Seyreyle Dünyayı” başlıklı Misailidis’in 1871’de yazdığı macera romanı için de geçerlidir. Roman Türkçedir ancak alfabesi Rum alfabesidir. Günümüz alfabesine 1988 yılında Robert Anhegger ve Vedat Akyol tarafından aktarılmıştır.

Osmanlı Devleti için Türk dilinin pek itibarı yoktur, resmi dilleri Arapça, Farsça ve Türkçeden oluşan, ancak Arap ve Farisi unsurlar ağırlık kazanan karma bir dildir. Kaldı ki Arap alfabesi kullanılmaktadır, oysa bu alfabe Türkçe ses uyumunu karşılamaktan yoksun[3] bir alfabedir. Osmanlı Devleti’nin önde gelenleri de alfabedeki sorunların farkındadır ve farklı alfabeler önermişlerdir. Örneğin bunlardan biri de Enver Paşa’dır.

Bu dillerin karmaşası Osmanlı alimlerinin de dikkatini çekmemiş değildir. 1574’te Muhyi bir türlü ortak işlevsel iletişimde bulunamayan Osmanlı tebaası için Zahmenhof’tan (Esperanto) üç yüz yıl önce bir yapay dil önerisi getirecektir. Dilsizlere dil veren anlamında olan Bâleybelen dilidir bu öneri.[4]

Keza dönemin aydınlarından Ahmet Rıza[5] Osmanlı’da aydınların Arapça ve Farsça öğreneceğim derken hiçbir şeyi doğru dürüst öğrenemediklerini ve Batı’daki on beş yaşında bir delikanlıdan daha az bilgiye sahip olduklarını belirtecektir. 

On dokuzuncu yüzyılda dönemin çok iyi eğitim almış Osmanlı bilim adamları aynı zamanda tercüman olarak sahneye çıkacaklar ve Ahmet Vefik Paşa gibi dil ve edebiyat bilimci ve önemli devlet adamı olan kişiler Batı edebiyatını Osmanlı Topraklarında tanıtacaklardır. Ahmet Vefik Paşa Molière’den on yedi eseri adaptasyon yöntemiyle Türkçeye kazandırmakla kalmayacak[6], Bursa’da vali olarak görev yaparken aynı zamanda tiyatroyu kuracak ve bu oyunların tiyatroda sahnelenmesini sağlayacaktır. Ancak izleyici bulamayınca memurların gelmesi için, gelmezlerse maaşlarını keseceğini belirtecek, halkın gelmesi için de gelmezlerse sokaklarını çıkmaz sokak yapmakla tehdit edecektir. Öyle ya da böyle tiyatroya izleyici çekmeyi başaracaktır.  Ahmet Vefik Paşa aynı zamanda Lehçe-i Osmanî başlıklı eserin de müellifidir. Türkçe lehçelerin incelendiği bu eser kendi alanında bir ilktir.[7]

Ayrıca kurulan kurullarda Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) için kitaplar tercüme edilecektir. Bu kurullardan biri olan Encümen-i Dâniş’in azaları arasında on ciltlik Osmanlı tarihini yazan dil oğlanı Joseph von Hammer Purgstall ve sözlükbilimci Redhouse’u görmek de olanaklıdır.

Ülken, “Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü” başlıklı kitabında Osmanlı Devleti’nde çeviri hareketinin dizgesel yapılmadığı için bu kültüre fazla bir katkı sağlamadığından söz eder.[8]

Tanzimat ile birlikte Batı’ya doğru bir açılımın başlamasına karşın eğitimin yaygın kitlelere ulaşması farklı nedenlerden olanaklı olmayacaktır. Modernleşme süreci Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve yeni alfabenin kabulü ile ivme kazanacaktır.

*******************

Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte 1 Kasım 1928 tarihinde Türkçe ses uyumuna uygun Latin alfabesi[9] kabul edilecek ve Millet Mekteplerinde de halka yeni alfabe öğretilmeye başlayacaktır. Böylece Osmanlı Devleti’nde çok düşük olan okur yazar oranı çok kısa bir sürede yükselecektir.

Kitleleri eğitmek amacıyla Hasan Âli Yücel tarafından kurulan Tercüme Bürosu’nda çok sayıda çokkültürlü çevirmen Batı dillerinden eserleri Türkçeye kazandırmaya başlayacaklardır. İlkin Tercüme Dergilerinde yayımlanan bu eserler zaman içinde örgün eğitime yansıtılmak amacıyla kitap formatında basılacaktır. Çevirmen olarak dönemin önemli yazar ve şairleri de Tercüme Dergisinde görev almıştır. Eyüpoğlu, Cumalı, Akbal, Erhat, Günyol ve Hasan Âli Yücel’in oğlu şair Can Yücel de bu değerli yazar ve şairlerin arasındadır. Bu çokkültürlü çevirmenler aynı zamanda çeviri üzerine de söylemlerde bulunacaklardır.[10] Aslında bu çevirmenler de dil oğlanı Venture de Paris’in çevirmen profilinden farklı bir profil çizmiyorlardı. Dönemin en kültürlü, donanımlı ve kendi alanlarında uzman bireylerden oluşuyorlardı. Batı ve Doğu kültürüne aşinaydılar ve tam da bu nedenle çevirilerini işlevsel ve erek odaklı yapıyorlardı. 

Tercüme Dergileri 1940 ile 1966 yılları arasında 64 sayı yayımlanmıştır

 Çeviriler altı ana dilden ve bunun dışında farklı dillerden yapılmıştır. Sauer 1940 ile 1946 yılları arasında yapılan çevirilere yönelik aşağıdaki tabloyu hazırlamıştır.  

[11]

Bütün bu etkinliklere koşut olarak Mustafa Kemal Atatürk büyük bir öngörü ile Almanya’da Hitler’in başa gelmesiyle 1930’lu yılların ortalarından itibaren Musevi kökenli bilim insanlarını Türkiye’ye davet[12] edecek ve böylece Türkiye’de İstanbul ve Ankara kentlerinde Batı tarzı üniversite sisteminin temelleri atılacaktır. Bu bilim adamlarının büyük bir kısmı ilkin İstanbul Üniversitesi’nin farklı fakültelerinde ders vermeye başlayacaklar ve ilk dersleri çeviri üzerinden yapılacaktır. Sözleşmeleri gereği birkaç yıl içinde Türkçe öğrenen bu bilim insanları Türkçe kitaplar da yazacaklardır. Örneğin bunlardan İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Berlin Özgür Üniversitesi’nin (Freie Universität Berlin) rektörlüğüne de getirilecek Prof. Dr. Ernst Hirsch yazınsal alanda çevirmenleri bire bir ilgilendiren Telif Yasasını, Mesleki Birlik Yasasını, ticaret yasalarını hazırlayacak ve beş dilli (Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, Latince) ilk Hukuk Lügatının hazırlanmasına katkıda bulunacaktır.  

Fikri Eserler Kanunu (Telif Yasası) Atatürk’ün Ülkesinde Bir Hukuk Bilimci

Zaman içinde bu bilim insanlarının birkaçı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçmelerine karşın, büyük bir kısmı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’ya ve Amerika’ya geri dönecekler ve orada çok önemli görevlerde bulunacaklardır.

Bu bilim insanlarının yetiştirdiği asistanlar zaman içinde öğretim üyesi ve kürsü başkanları olarak yeni asistanlar yetiştirmeyi sürdüreceklerdir.

Ve bütün bunlar çeviri aracılığıyla vücuda geçecektir.

********************

Kuşkusuz çevirinin birçok işlevi bulunmaktadır. Tanzimattan sonra çağdaşlaşmanın bir uzantısı olarak çeviri etkinliğiyle karşılaşıyoruz. Bu durum Cumhuriyet’te de süregelecektir.  Buna olanak tanıyan uzmanlar ise çokkültürlü çevirmenlerdir. Çeviri aynı zamanda kültürlerin kapısını açan bir anahtardır. Ancak bütün bu süreçte özne çevirmendir. Çevirmen olmadan çevirinin işlevi de kendini gösteremez. Madalyonun bir yüzü çeviriyse, öteki yüzü de bunu gerçekleştiren çevirmendir. Çeviri ve çevirmen ayrılmaz bir bütündür.

Çeviri altmışlı yıllardan sonra dizgesel bir devlet politikası olmaktan çıkacak ve çeviriyi daha çok yayınevleri üstleneceklerdir. Ancak yine de son yıllarda Kültür Bakanlığı bünyesinde yeni çeviri hareketleri başlayacaktır.

Çevirmenler çok donanımlı olmalarına karşın çevirmenlik bir uzmanlık alanı, eğitim isteyen bir meslek olarak önem kazanacak ve çeviribilimin özerkliğini ilan etmesiyle birlikte seksenli yılların ortalarından itibaren açılan Mütercim Tercümanlık Bölümlerinde[13] çevirmenlik eğitimi verilmeye başlanacaktır. Değişen koşullara koşut olarak çevrilen metin türleri de çeşitlilik gösterecektir.

Çeviri ve çevirmen bu topraklarda her zaman vazgeçilmez bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır ve küreselleşen dünyamızda değişen çalışma koşullarına ve ağırlık kazanan farklı dillere karşın bundan böyle de en önemli iletişim unsurlarından biri olacaktır. 30 Eylül Dünya Çeviri Gününde genç çevirmenlerin söylediği gibi “Çevirmen olmasa bu dünya dönmeyecektir!”.

YAZAR HAKKINDA: Sâkine Eruz İ.Ü. Almanca Müt. Terc. Anabilim Dalı Başkanlığından ve Yaşar Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümünden emekli öğretim üyesi, Çeviri Derneği başkanı, çevirmen, araştırmacı yazar.

KAYNAKÇA:

Akbulut, Ayşe Nihal (2004)  Söylenceden Gerçekliğe. İstanbul: Multilingual.

Çavuşoğlu, Özgür (2016)  Cumhuriyet Türkiyesi’nde Yazınsal Aktörlerin Çeviri Söylemleri (1923-1979). İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Çeviribilim Anabilim Dalı. Doktora çalışması.

Demircan, Ömer (2000) İletişim ve Dil Devrimi. İstanbul: Yaylım Yayıncılık.

Eruz, Sâkine  (2009) – “Duraksız Kültürler Diyarı: Fablların Gizemli Yolculuğu ve Çevirmenler”. Çevirmenin Notu, Çeviri  Edebiyat Dergisi Sayı 7. yayın yönetmeni: Tozan Alkan 2009, s. 135-139.

Eruz, Sâkine (2010) Çokkültürlülük ve Çeviri – Osmanlı Devleti’nde Çeviri Etkinliği ve Çevirmenler. İstanbul: Multilingual.

Eruz, Sâkine (2011)  “Ya tutsaydı Bâleybelen ve Esperanto!” Çeviribilim Dergisi, Sayı 3  Mart/Nisan 2011. yazı işleri müdürü Sabri Gürses. s. 6.

Hitzel, Frédéric (1995) Dil Oğlanları ve Tercümanlar. İstanbul: Yapı Kredi.

İçöz, Nihan (2013)  “1940: Türk Kültür ve Edebiyatında Çeviri ile Açılan Çığır”. Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, Cilt 5, No. 2. https://dergipark.org.tr/tr/pub/sobiadsbd/issue/11356/135801

Misailidis, Evangelinos (1871-1872) Seyreyle Dünyayı (Temaşa-i Dünya ve Cefekâr-u Cefakeş)  (Robert Anhegger ve Vedat Günyol tarafından Türk alfabesine aktarılmıştır- 1988. İstanbul: Cem Yayınevi).

Sauer; Çıkar  (2012) https://kebikecdergi.files.wordpress.com/2012/07/05_sauer-cikar.pdf (9.11.2022)

Sevük, İsmail Habib (1940) Avrupa Edebiyatı ve Biz. İstanbul: Remzi.

Ülken, Hilmi Ziya (1997) Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü. İstanbul: Ülken Yayınları.

Vartanyan, Hovsep (1851)  Akabi Hikyayesi (İlk Türkçe Roman). (Andreas Tietze tarafından Türk alfabesine aktarılmıştır, 1991, İstanbul: Eren Yayıncılık).

DİPNOTLAR:

[1] Batı devletleri tercümanı ve dil oğlanlarını “dragoman” diye nitelendirir.

[2] Eruz 2009: 135-139

[3] Kuşkusuz Arap alfabesinde elif, vav ve ye gibi sesli harfleri de karşılayan harfler bulunmaktadır.  Ancak elif aynı zamanda a ve e seslilerini, vav  ise v harfi dışında u(ü) ve o(ö) harflerini karşılar, ye ise i olarak da okunabilir. Harekelerle sesli harfler de verilmeye çalışılmıştır.  Bu nedenlerle Arap alfabesi Türkçedeki seslileri karşılamaya uygun değildir.

[4] Eruz 2011

[5] Krş. Eruz 2010: 158; Osmanlı Devleti’nde Ahmet Rıza, Ahmet Vefik Paşa vd. gibi yurtdışında eğitim almış yüksek eğitimli çokkültürlü, işlevsel eserlere de imza atan devlet memurları, tercümanlar ve bilim insanları da bulunuyordu kuşkusuz. Ancak bu kişiler azınlıkta kalıyordu ve sansür nedeniyle de eserlerinin doğrudan yaygın kitlelere ulaşması zorlaşıyordu, kaldı ki Osmanlı Devleti’nde okur yazar oranı da son derece düşüktü.

[6] Batı Dillerinden Türkçeye yapılan çeviriler için krş. Eruz 2010 219-230; Sevük 1940

[7] Eserde halkın konuştuğu dil olan Türkçenin kökeni de incelenmektedir.

[8] Krş. Ülken 1996: 347-348 

[9] Krş. Demircan 2000: 106 vd.

[10] Krş. Çavuşoğlu 2016

[11] Krş. 2012: 37.  https://kebikecdergi.files.wordpress.com/2012/07/05_sauer-cikar.pdf (9.11.2022)

[12] Mustafa Kemal Atatürk bu insanların hayatını kurtarmakla kalmayacak aynı zamanda bu denli olumsuz koşullardan Türkiye için bir fırsat yaratacaktır.

[13] Krş. Akbulut: 2016