Afet Müdahalesinde Çevirmenlik – 1. Bölüm

GEÇMİŞTEN BUGÜNE DENEYİMLER VE ÇIKARILAN DERSLER

1. BÖLÜM: KAHRAMANMARAŞ DEPREMLERİNDE GÖREVİN BÜYÜKLÜĞÜ

Yazının 2. Bölümü için tıklayınız

Yazar: Turgay Kurultay

Tarihi büyüklükteki 6 Şubat depremlerinin sebep olduğu afetin boyutları dehşet verici oldu. Üzerinde ve çok yakınında büyük kentlerin ve yoğun yerleşimlerin olduğu fay hatlarının bu ölçeklerde enerji boşaltmasıyla ortaya çıkan böyle depremler sadece Türkiye’de değil, risk azaltma konusunda en ileri ülkelerde bile afet boyutunda etkiler yaratabilir. Ama hepimizin bildiği sorunlarımızın bir sonucu olan ürkütücü “risklerle birlikte yaşama” gafleti içinde bu depreme maruz kaldık, tarihe geçen afetlerin de en büyüklerinden birini yaşadık, kayıplarımız da, acılarımız da tarifsizleşti. 13 milyon kişinin yaşadığı bir bölge şiddetli derecede bu depremden etkilendi, bazı kentler, kasabalar ve köyler (bu sefer kelimenin gerçek anlamıyla) “yok oldu”, on binlerce insanımız can verdi, çok daha fazlası ağır derecede yaralandı, sakat kaldı.

Böyle bir afet çok kapsamlı ve çok katmanlı bir afet müdahalesini de kaçınılmaz kıldı. Acil müdahale kapsamında gerek yurt içi gerek yurt dışı görülmemiş boyutlarda bir insan gücü ve malzeme hacmi harekete geçirildi. Daha fazlası yapılabilir miydi sorusunu sormaya devam ederken şunu göz önünde tutmak gerek. Ne dünyanın herhangi bir ülkesi kendi başına ne de harekete geçirilebilecek uluslararası müdahale kapasitesi bu boyutlardaki bir afette müdahaleyi eksiksiz yapacak bir güce sahiptir. Dünyada yaşanan daha önceki deneyimler de bunu gösteriyor. Toplumca bunun ne kadar farkında olduğumuz bir soru işaretidir. Dolayısıyla afet müdahale kapasitesinin sınırlarını da bilince çıkararak risk azaltmanın önemi bir kez daha vurgulanmalıdır.

Öte yandan depremin ardından afet müdahalesinde kabul edilemez ihmaller olduğu konusunda da sert tepkiler yükseldi, tepkiler çığlıklara dönüştü. Şimdilerde de geriye dönüp değerlendirmelerde ve raporlarda ağır eleştiriler öne çıkıyor ve tabii karşıt savunmalar da eksik kalmıyor. Siyasal ve toplumsal gerilimin yüksek seyrettiği ülkemizde her konuda olduğu gibi bu konuda da sert eleştirenlerle pek de bir sorun yok diyenler arasında ayrışma yaşanıyor. Bu depremin ardından yapılacak değerlendirmelerde, afet müdahalesi konusunda nerede durduğumuzu, imkan ve sınırlarımızı, tutmayan plan ve senaryolarımızı, hataları ve yetersizlikleri dile getirmek, masaya yatırmak hayati önemde. Ama bunu olabildiğince siyasi kamplaşmadan uzak yapmak gerekiyor ki, gerçekten ders almamız gereken şeyleri görünür kılıp yol alabilelim. Konunun elbette siyasi boyutu var ve siyasi sorumluluklar söz konusu, ama değerlendirmelerin siyasi kamplaşmalara göre hizalanması gerçeğe yaklaşmadaki en büyük engellerimizden biri. O nedenle bu yazının başında şunu vurgulamak isterim: Bu öylesine büyük bir afetti ki, sanırım kimse “biz her şeyimizle hazırdık ve kendi alanımızdaki tüm görevleri eksiksiz yerine getirebildik” diyemez. Bu nedenle de saha çalışması yapan her aktör (özellikle resmi kurumlar ve STK’lar), özeleştiriden de kaçınmaksızın kendi değerlendirmesini yapmalı ve “hizmete özel” kısımlar dışında bu içerikleri uygun biçimde diğer aktörlerle ve kamuoyuyla paylaşmalı.

Bu yazıda konuyu Çeviri Derneği’nin tüzel çatısı altında faaliyet gösteren Afette Rehber Çevirmenlik (ARÇ) Organizasyonu açısından ele alacağım. Afet koşullarında çevirmenlik konusunda saha çalışması yapan ARÇ’ın kuruluşundan beri içinde olan ve tüm sürecini yaşayan biri olarak bu yazıda geçmişten bugüne neler olduğuna bakarken nelerin yapılıp yapılamadığını şeffaflaştırmayı esas alacağım. Bu yazıda kısaca değineceğim pek çok şey geniş açılımlara müsait. Raporlarda, çalıştaylarda, akademik makalelerde bunların yansımalarına ayrıca ihtiyaç olduğu kanısındayım.

Pek çok ayrıntısı olabilecek bu konuyu bir blog yazısının sınırları içinde kalarak irdeleyeceğim. Yine de yazı blog yazısının sınırlarını zorlayan bir uzunluğa ulaştığı için yazıyı iki bölüm halinde yayınlama kararı verdik.

Afette Rehber Çevirmenlik Organizasyonu’nun Geçmişi ve Hazırlık Düzeyi

Tümüyle gönüllülük temelinde hareket eden ARÇ 23 yılını geride bırakmış bir oluşum. Tarihçesiyle ve çalışmalarıyla ilgili somut bilgilere çeşitli kaynaklardan ulaşılabilir. Süreklilik gösteren hazırlık çalışmalarının yanı sıra pek çok tatbikatta ve fiili çalışmada yer almış bir yapı olarak zihinsel ve örgütsel hazırlığı vardı. Bundan önce en kapsamlı operasyonunu ise 2011 Ekimindeki Van depreminde yapmış, ilk kez çok yönlü olarak sahada sınanmıştı. 6 Şubat depremleri olduğunda ARÇ’ın üye ağında 300’e yakın kişi vardı[1]. Güncel ağdaki üyelerin yaklaşık yarısı uzun veya kısa ARÇ eğitimleri almış, bir kısmı tatbikat ve saha deneyimleri olan kişilerdi. ARÇ depremler dışındaki afetlerde sadece birkaç kez sınırlı ölçüde rol aldı. Kastamonu bölgesindeki son büyük sel afetinde bile uluslararası yardım söz konusu olmamıştı, Akdeniz ve Ege bölgesindeki büyük yangınlarda ilerleyen günlerde sadece İspanya’dan yangın söndürme uçakları çalışmalara katılmıştı. Bununla beraber ARÇ yurt içinde ve yurt dışındaki pek çok afet ve acil durumda teyakkuza geçmiş, hatta göreve gitmek üzere hazırlık aşamasına da gelmiş, bunların çoğunda da saha görevi gerçekleşmemişti. Bunları anmamın sebebi, ARÇ’ın bir taraftan süreçlerin içinde olduğunu, ama öte yandan kapsamlı görev alma konusunda deneyiminin sınırlı olduğunu ifade etmek. Uluslararası afet yardımlaşması açısından depremler öne çıkmış olmakla birlikte bu konudaki deneyimler de bu son depreme kadar sınırlı kaldı. 1999 depremindeki yabancı ekiplere destek için gerçekleşen bireysel katılımlar gönüllü bir inisiyatif olan ARÇ’ın çıkış noktasını oluşturmuştu, ama oradaki bireysel deneyimler, yaşanan eksiklik ve sorunlara cevap olmak üzere oluşmuş bir yapının deneyimi anlamına gelmiyordu.

Türkiye dünyanın depremden en şiddetli ve en sık etkilenen ülkeleri arasında yer almakla beraber uluslararası yardımlaşmayı gerektirecek düzeyde bir afet belki on yılda bir oluyor. Hatta 7,2 büyüklüğündeki Van depreminde bile Türkiye’nin uluslararası yardım çağrısı ilk günlerde olmamıştı. Günler sonra yardım malzemeleri için bir çağrı yapıldı. ARÇ’ın o depremde görev alması proaktif davranmasıyla gerçekleşti[2]. Depremin özelliklerine ve ilk gün sahadan gelen haberlere baktığımızda öngörümüz, yurt dışından arama kurtarma ekiplerine ihtiyaç duyulmayacağı, ama özellikle lojistik alanında kapsamlı dış yardıma ihtiyaç duyulabileceği yönündeydi. 2001 yılında İstanbul Valiliği’yle ve o zamanki Sivil Savunma Müdürlüğü’yle imzalanan protokolümüzün devamında sürekli bağlantı içinde olduğumuz İstanbul AFAD’dan bize bölgede bir çalışma için çağrı gelmemiş olmasına rağmen kendi öngörümüzle bölgeye öncü bir ARÇ grubunun kendi imkanlarımızla gitmesi kararını verdik. Bu kararı rutin bir işleyişle değil, kendi içimizde yaptığımız ve farklı görüşlerin de dile getirildiği bir tartışmadan sonra verdik. Hem İstanbul AFAD’a hem yine bağlantıda olduğumuz İstanbul UMKE’ye kararımızı ve sahada gelişecek ihtiyaçlara bağlı olarak çevirmen yönlendirmeyi düşündüğümüzü bildirdiğimizde, bir ihtiyaç öngörmediklerini ifade ettiler. Ancak ARÇ yapılanması İstanbul’la ve o zaman örgütlü olduğu Ankara ve İzmir’le sınırlı olmadığı, ulusal düzeyde örgütlenen ve misyon üstlenen bir yapı olduğu için kendi inisiyatifimizle Van Valiliği’yle bağlantı kurarak sahada çalışmalara başladık. Birkaç gün içinde de lojistik alanında yabancı yardım ekiplerinin belli yoğunlukta faaliyetleri başladı.

Buradan çıkacak sonuç, ARÇ gibi bir yapının bu kadar uzun süre hazırlıklara devam etmiş olmasının ve istim üstünde tutulmasının ne kadar zor olduğu. ARÇ’ın dünyada hâlâ bir benzerinin olmaması da[3] bu türden bir çalışmanın yerleşik mekanizmalara dönüşmesinin önünde engel oluşturuyor. ARÇ’ın bu koşullarda 20 yıldan fazla sürekliliğini korumuş olması aslında şaşırtıcı bir durumdur. Açıkça söylemek gerekir, bu açıdan yaşanan zorluklar ARÇ’ın gelişimini de kısıtlamıştır. Yine de nasıl oldu da ayakta kaldı ve son depremde kapsamlı ve atik bir çalışma yürütebildi sorusuna cevap vermek kolay olmayabilir. Ama iki önemli unsur hemen akla geliyor. Birincisi bunun arkasında çeviri olgularına akademik bir bakıştan kaynaklanan vizyonun yatıyor olması, ikincisi de işbirliği içinde olduğumuz paydaşların (öncelikle de AFAD İstanbul Arama Kurtarma Birimi’nin) bu çalışmalara atfettiği değer, bunun sonucu olarak da aradaki etkileşimin devam etmiş olması. INSARAG tarafından yürütülen uluslararası akreditasyon için AFAD arama kurtarma birimlerinin tabi tutulduğu sınavlarda ARÇ olarak çok kez çeviri desteği vermemiz bu etkileşimin en görünür taraflarından biri olmuştur. Yapılan ulusal ve uluslararası tatbikatlara çağrılmamız da yine bu bağlantıların sonucudur. Dolayısıyla pek çok bakımdan hazırlıklı olmamıza rağmen operasyonel görevlerimiz sınırlı kaldığı için girişim olarak yeterince saha deneyimine ve rutin işleyişlere sahip değildik.

Uluslararası Yardım Çağrısı Mekanizması

Türkiye Afet Müdahale Planı’na göre afetler müdahale düzeylerine göre 4 kategoriye ayrılmış durumda ve uluslararası yardım çağrısı ancak 4. seviye afetler için öngörülüyor. Bu öngörünün saha gerçekleriyle ne kadar uyumlu olduğu (2011 Van deneyimimizin de ortaya koyduğu üzere) gözden geçirilmeli. Bir STK oluşumu olarak bizim bakışımız ve hareketlenme davranışımız doğal olarak daha esnek olduğu için planın gerçek durumlara uygulanmasında kendi öngörülerimizle hızlı kararlar verebiliyoruz. Aslında her afet müdahale planının farklı durumlara ve somut gelişmelere bağlı olarak esnek biçimde uygulanabilirlik özelliği taşıması gerekiyor, Türkçede yerleşik terimsel karşılığı olmayan bu esnek planlama (contingency planning) afet yönetiminin temel ilkelerinden. Ülkemizdeki afet yönetimi yaklaşımları ve kültürü açısından üzerinde durulması gereken önemli konulardan biri de bu.

Çizdiğim bu zorlu çerçevede varlığını sürdüren ARÇ’ın 6 Şubat depremlerinin yol açtığı boyutlarda bir afette olası ihtiyacın tamamını karşılamak bir yana, büyük kısmını bile rahatlıkla karşılayacak bir hazırlığı olduğunu söylemek gerçeklerden uzaktır. Bu depremde sahada çeviri işleri için fiilen görev alanların belki dörtte veya beşte biri ARÇ bağlantısıyla çalıştı. Buna rağmen ARÇ sahada ciddi bir görünürlük sergiledi ve sahada çalışan tüm paydaşlardan çok olumlu geri bildirimler aldı, hatta organizasyonumuzun çok ileri düzeyde olduğunu ifade edenler de oldu. Bunun temel nedeni bir işleyiş altyapısına ve disiplinine sahip olmamızdı. Ama burada “başarı” göreceli bir konu ve kanaatim odur ki, çeviri alanındaki bir grubun özel biçimde organize olması çok da düşünülmediği ve bunun sahada yarattığı efekt beklenmedik olduğu için bu kadar göz dolduruldu. Oysa hazırlıklar bakımından neler yapılabileceğini düşündüğümüzde yapılabileceklerin çok gerisinde olduğumuzu ortaya koymamız gerek. Bunları göz önünde tutarak (mükemmeli de hedeflemeden) hazırlıkları çok daha ileri bir noktaya taşımak üzere yola devam edilmeli.

Afet Çevirmenliğinde İyileşme ve Standartlaşma İhtiyacı

Bu yönde bir gelişme ARÇ’ın sadece kendi içinde yapabileceği bir şey değil, konuya ulusal ve uluslararası paydaşlarımızın nasıl yaklaştığı, beklentileri, talepleri ve olası katkıları sonuç üzerinde belirleyici olacaktır. ARÇ’ın kendi olanakları çerçevesinde yapabileceği iyileştirmeler elbette var. Ama zor olan ve ancak sinerjiyle sağlanabilecek bir hedef, uluslararası afet yardımlaşmasında iletişimin ulusal ve uluslararası zeminde standartlarının geliştirilmesi ve belli mekanizmalara kavuşturulması. Bu depremdeki çalışmalarımız ve ortaya çıkan performansın eleştirel olarak değerlendirilmesi bu konuda bir anlayışın gelişmesine de katkıda bulunacak değerli deneyimler içeriyor.

ARÇ’ın bu depremde ilk iki haftalık dönemde gerçekleştirdiği çalışması dışarıdan bakıldığında çok başarılı görülebilir; ama işin mutfağına bakıldığında hiç de rahat ve risksiz bir işleyişin olmadığı, tersine eldeki sınırlı kaynakların tutumlu ve birbirini tamamlayacak biçimde devreye sokulmasını hedefleyen, çok yoğun bir koordinasyon ve bilgi yönetimi çabasına dayalı olduğu söylenmeli. Saha koordinasyonunda yer alan bir ARÇ üyesi olarak benim gördüğüm şuydu: ARÇ’ın planlarında yer alan iki temel unsur esnek davranmayı sağlayarak tıkanma yaşanmasının önüne geçti. Bunlardan ilki koordinasyonun işlevine verilen ağırlıktır. 6 Şubat depremlerinde nöbet desteği verenlerle birlikte 15’ten fazla kişi koordinasyon görevi yürüttü[4]. İkincisi ise sahaya gidecek çevirmenler için uyguladığımız görevlendirme prosedürleridir.

6 Şubat depremleri sonrasında başlayan afet müdahale çalışmalarının bir özelliği, benzerine belki şimdiye kadar hiçbir ülkede rastlamayan ölçülerde uluslararası yardım faaliyetlerinin ülkeye akması oldu. Depremin ardından 3 saat içinde Türkiye yetkililerinin kentsel arama kurtarma (KAK) için dış yardım çağrısı yapmış olması bu açıdan önemliydi. Ama buna rağmen ne ölçüde ve nerelerden dış yardım geleceğini öngörmek kolay değildi. Uluslararası uygulamalarda dış yardım çağrısında sınırlar ve ölçütler getirilmesi de normal bir durumdur. Belli bölgelerden, ülkelerden, belli nitelikteki ekiplerin yardımının istendiği belirtilebilir, söz gelimi yurt dışından sadece ağır arama kurtarma ekipleri ve/veya akredite ekiplerin gelmesi istenebilir. Bu ayrımlar, hangi ekibin ne tür çalışmada görevlendirilebileceği açısından da etkilidir. Bu depremde arama kurtarma ekiplerine en azından uygulamada gördüğümüz kadarıyla herhangi bir ölçüt sınırlaması getirilmedi ve kapasiteleri ve büyüklükleri bakımından çok farklı nitelikte ekipler ülkeye giriş yaptı. Son derece donanımlı ve işinin ehli çok sayıda ekibin yanı sıra sınırlı malzemesi ve deneyimi olan pek çok ekip de giriş yaptı ve sahada çalıştı. Dünyanın en uzak yerlerine varıncaya kadar 90’a yakın ülkeden arama kurtarma ekibi geldi. Dışişleri Bakanlığı’nın 14 Şubat tarihinde yaptığı açıklamaya göre ülkeye gelen toplam KAK personel sayısı dokuz binden fazla oldu. Yine ilk günlerden başlayarak acil sağlık ekipleri de giriş yaptı, ama sahra hastanelerinin büyük çoğunluğu depremden bir hafta on gün kadar sonra, KAK ekiplerinin görevlerinin tamamlanmasına doğru kuruldu. ARÇ olarak ilk iki hafta içinde ağırlıklı olarak KAK ekiplerine, yanı sıra çok sayıda acil sağlık ekibine, sınırlı sayıda da lojistik ekiplerine çevirmen ve iletişim desteği verdik. Ekiplerin her birinde ARÇ’ın işleyişi açısından farklılıklar söz konusuydu. Burada tüm ayrıntılara girmek yerine en zorlu ve hızlı işleyişi gerektirdiği için KAK ekipleri örneği üzerinden konuyu devam ettirmek istiyorum.

Bu süreçte etkin sonuç almanın önkoşullarından biri zamanında doğru yerde konuşlanarak ARÇ Masalarını kurmamızdır. Harekât planlarımızda havalimanlarının (HL) bu açıdan özel bir yeri var. Bu depremde Adana ve Gaziantep HL’da erken aşamada ARÇ masası kurabildik. Adana HL’na varışımız Sabiha Gökçen HL’da sıkışıklıktan kaynaklanan beş saatlik bir gecikmeyle gerçekleşmesine rağmen masayı kurduğumuzda sadece iki ekip havalimanından geçiş yapmıştı. Oraya vardığımızda HL’da fazla zaman kaybetmeden doğru bir noktada konuşlanmamız spontan girişimlerin eseridir. Oraya gidip kendimizi sıfırdan tanıtmamız, orada büyük kargaşa içinde çalışan görevlilere kimliğimizi ve resmi kurumlarla işbirliğimizi bizim açıklayarak kendimizi kabul ettirmemiz gerekti. Bu da belirsizliklere ve gecikmelere sebep olabilecek bir durum. 2001’den başlayan bir resmi ilişkimizin olması ve işbirliğimizdeki devamlılık ARÇ’ın afet müdahale prosedürlerine tam anlamıyla entegre olduğu ve hızla süreçlere katılabileceği anlamına gelmiyor. Bu tür boşlukların giderilmesi ilk çözülmesi gereken konular arasında yer alıyor.

Deneyimden Gelerek İleriye Bakış

Bu depremde çeviri ve uluslararası iletişim alanının da kendine özgü gerekleri ve yapılaşmasının önemi sanıyorum hem ülkemiz yetkililerince hem de birlikte çalıştığımız pek çok yabancı ekip tarafından güçlü biçimde algılandı. Özetlemek gerekirse, bu konuda afet yönetimine uygun bir çalışmanın gerçekleşmesi kişilerin “afet çevirmeni” olarak hazırlıklı hale gelip yetkili kuruma ihtiyaç halinde çağrılmak üzere AFAD’a listeler halinde teslim edilmesiyle sağlanamaz. Kendi içinde özerk işleyen ve çeviri açısından afet müdahalesinin operasyonel unsurlarını içeren, görevlerin ayrıştığı, organizasyonel hareket kabiliyeti oluşmuş bir yapıya da mutlaka ihtiyaç var. 2001 yılında İstanbul Valiliği ve Sivil Savunma Müdürlüğü’yle yaptığımız protokole bu gerekliliği, yani ARÇ’ın yetkili kurumların bilgisi dahilinde, ama kendi içinde özerk bir işleyişe sahip olacağını aşağıdaki biçimde metne yansıtabilmiştik.

“ARÇ Organizasyonu, Sivil Savunma Müdürlüğü’nün belirlediği ve talep ettiği çerçevede ARÇ gönüllülerini görevlendirecek, kimlere görev verileceğini ve görev sırasında gönüllülerle bağlantıyı ARÇ Organizasyonu koordine edecektir. Bunun için afet durumlarında işleyecek bir Görevlendirme Birimi oluşturulacaktır. ARÇ Organizasyonu Görevlendirme Biriminin yapacağı görevlendirme ve koordinasyon afet öncesi hazırlanacak ve Sivil Savunma Müdürlüğü’nün bilgisi dahilindeki bir hareket planına göre yürütülecektir. ARÇ Organizasyonu gönüllüleri Kriz Merkezi ve Sivil Savunma yetkilileriyle eşgüdüm içinde çalışacaklar ve sivil savunma personeliyle işbirliği yapacaklardır. Bu koşullara uymayan ARÇ gönüllüleri sivil savunma gönüllülerine tanınan haklardan yararlanamazlar.”

(Çeviri Derneği ile İstanbul Valiliği ve İstanbul Sivil Savunma Müdürlüğü arasında imzalanan protokol, Madde 6D, 17.03.2001)

O zamanlar bu tür bir işbirliği biçimi istisnaydı. Sivil Savunma Müdürlüğü’nün standart (matbu) protokolünde gönüllülerin “Sivil Savunma personelinin emrine gireceği” yönünde bir ifade vardı. Aradan geçen zamanda kamu kurumları ile sivil girişimler arasında ortak çalışmanın gerekleri ve biçimleri konusunda ciddi mesafeler kaydedilmiş olsa da, bu konuda uyumu karşılıklı geliştirici yaklaşım ve yöntemlerin güçlenmesi, en önemlisi uygulamaya yansımasına ihtiyaç var. Yönetimlerde devamlılığın olmaması çözümleri de geciktirdi, sözgelimi 2014-15 yıllarında yürütülen, pek çok STK gibi ARÇ’ın da dahil olduğu yeni bir akreditasyon süreci akamete uğradı[5]. 2020 yılından itibaren geliştirilmiş olan yeni AFAD akreditasyon sisteminde somut adımlar atılabildi, kılavuzu yazılmış olan alanlarda akreditasyonlar verilmeye başlandı. Bu uygulamanın STK’ların kendi içinde özerk çalışması anlayışına da alan açar yapıda olması çok olumlu bir gelişme.

Ülkemizde afet riskleri bu kadar büyük olduğu için de afet müdahalesinin hem kapsamı hem zorlukları artıyor. Risklerin kısa vadede azaltıldığı, yakın vadede en aza indirildiği bir ülke haline gelsek afet müdahalesine ihtiyaç yine olacaktır, ancak çok daha kolay baş edilebilir ve yönetilebilir bir düzeyde tutulabilecektir. Aynı şey ARÇ’ın görevleri açısından da geçerli. Ülkemizin çok yerinde özellikle deprem tehlikesinin hazırda beklediği, İstanbul gibi bir megapolün her an çok büyük bir depremle sarsılabileceği ve bunun da afet müdahalesinde bizi çok daha büyük yetmezlikler karşısında bırakabileceği bilgisi ve korkusuyla yaşarken tüm diğer afet müdahalesi çalışmalarıyla beraber ARÇ’ın da düşük profilli bir yaklaşım içinde olmaması gerekiyor.

Yazının sahadaki gelişmeleri, zorlukları ve işleyişi ayrıntılandıran ikinci bölümü için tıklayınız.

DİPNOTLAR

[1] Üye sayımız daha önce yaklaşık 700’e çıkmıştı, ama zaman içinde pasifleşenlerin fazlalığından dolayı bir organizasyonda yenilemeye gidilmiş, aktif üyelerle yola devam etme kararı verilmişti.

[2] Turgay Kurultay ve Alev Bulut (2014): “Toplum Çevirmenliğine Yeniden Bakışta Afette Rehber Çevirmenlik.” İ.Ü. Çeviribilim Dergisi. 2014 Ağustos. S. 88-89.

[3] 1993’te kurulmuş olan ve şimdilerde çok geniş bir çevirmen havuzunu yöneten “Sınır Tanımayan Çevirmenler” girişimi yazılı çeviri odaklı ve afet yönetimi konusunda eğitimleri ve acil müdahale organizasyonunu kapsamıyor.

[4] ARÇ’ın yönetici ekibi de (Görevlendirme Birimi: GB) yaklaşık bu kadar kişiden oluşuyor. Bu depremde GB’den on kişi operasyona katıldı; GB dışından da tamamlayıcı desteklerle acil durum koordinasyon grubu oluşması harekât planımıza da uygun bir işleyişti.

[5] İstanbul Valiliği’yle yapılan protokolden sonra 2004 yılında Ankara Sivil Savunma Genel Müdürlüğü’yle ve 2012 yılında UMKE ile de protokol görüşmeleri yapılmış ve metinler üzerinde mutabakat sağlanarak imza aşamasına gelmişti. İki durumda da o dönemlerde bu kuruluşların teşkilatlanmasında değişikliğe gidilmesi üzerine koşullar değişti. Yine İstanbul’da ADMİP (İstanbul Afet Acil Durum Önleme, Müdahale ve İyileştirme Planı) başlığı altında 2013-2015 yılları arasında yürütülen akreditasyon çalışmalarında da ARÇ olarak yer aldık. ADMİP uygulama aşamasına geçemeden daha sonraki dönemde gündemden kalktı.