
Türkiye’de Psikoterapi Çevirmenliği Üzerine
Yazar: Filiz Şan
Çeviri, onu kuşatan etkenlerin ve aktörlerin değişmesi veya farklılaşması nedeniyle irdelenmek üzere sürekli odakta olmayı gerektiren bir yapıya sahiptir. Dünyada yaşanan toplumsal, teknolojik vb. gelişmeler ve değişiklikler çeviri alanına bir ölçüde yansıyor. Büyük göç dalgalarının sonucu artan toplum çevirmenliği ihtiyacı da buna iyi bir örnek sanırım. Afetler, savaşlar yaşayarak veya başka sebeplerle göç eden, etmek durumunda kalan insanların toplum ve kamu hizmetlerine erişimini olanaklı kılmak için ihtiyaç duyulan toplum çevirmenliği, Türkiye’de önceki yıllara göre yaklaşık 20 yıldır daha fazla gündemdedir. Hem Suriye hem de Ukrayna’da yaşanan savaşların etkisiyle ülkemize gelen insanlar doğaldır ki barınma, eğitim ve sağlık gibi çeşitli hizmetlere ihtiyaç duymaktadır. Çok akla gelmese de en önemli ihtiyaçlardan bir tanesi de ruh sağlığı desteğidir. Ruh sağlığı için psikoterapiye yönlendirilen göçmenlerin (mülteci, sığınmacı, geçici koruma altındaki kişiler gibi adlandırmalar yerine göçmen ifadesini tercih ettim) savaş nedeniyle yaşadıkları zorluklar düşünüldüğünde, terapi konularının da günlük meseleler olmayacağı açıktır. Şiddet, ölümler, tacizler, tecavüzler, yaralanmalar, patlamalar, ağlamalar, çığlıklar, kaçanlar, geride kalanlar ve daha neler neler.
Bu konuların ele alınması hiç de kolay değil, çevirisi için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Toplum çevirmenliğinin tüm alanlarında olduğu gibi ruh sağlığı alanının da zorlukları ve alana özgü dinamikleri var. Özellikle de psikoterapide çevirmenlik söz konusu ise. Psikoterapi çevirmenliği, ruh sağlığı ile ilgili gerçekleştirilen psikolojik destek amaçlı görüşmeler sırasında, uzman ve danışan arasında iletişimin sağlanmasını olanaklı kılan diller ve kültürlerarası bir aktarımdır. Bu aktarım sürecinde, görüşmede amaçlanan işlevin ve sürece etki eden tüm dinamiklerin de dikkate alınması gerekir.
Türkiye’de ruh sağlığı alanında çevirmen ihtiyacı geçmişte özellikle doğu bölgelerinde olmuştur. Hatta Boğaziçi Üniversitesi tarafından 22-23 Kasım 2010 tarihlerinde düzenlenen “Türkiye’de Toplum Çevirmenliği Sempozyumu”nda bu konuda yapılan bir sunum dikkatimi çekmişti. “Psikiyatri Polikliniğinde Dil Sorunu: Hakkâri Örneği” başlıklı bildiriyi sunan Dilek Yeşilbaş, Hakkâri’de görev yaptığı sırada kurumda istihdam edilen bir çevirmenin olmaması nedeniyle kuruma danışan kimselerin yakınlarının terapilerde çeviri yapmasının ne kadar büyük sorunlara neden olduğunu ve terapi sürecini engellediğini anlatmıştı (program_turkce.pdf (boun.edu.tr). O tarihlerde bu alandaki çevirmenlik faaliyetleri yok denecek kadar az konu ediliyordu.
Son yıllarda ise Türkiye’de özellikle savaş nedeniyle ülkeye gelen göçmenlere yönelik psikososyal destek hizmeti sunan çeşitli kurum ve sivil toplum kuruluşlarında gerçekleştirilen psikoterapiler için, çevirmen ihtiyacı da, bu konuda yapılan bilimsel araştırmalar da artmıştır. Ruh sağlığı hizmeti sunmak üzere kurulan Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri, Türkiye’de bu yönde faaliyet sürdüren en önemli kurumlardandır. Sağlık Bakanlığı’nın 2015 yılından beri yürüttüğü SIHHAT projesi kapsamında kurulan bu merkezlerin amacı, “kronik ruh sağlığı problemlerine sahip Geçici Koruma altındaki Suriyeliler ve ev sahibi toplum için ruh sağlığı hizmetleri sunmaktır” (SIHHAT PROJESİ (sihhatproject.org)). Proje kapsamında göçmenlere yönelik hizmetlerde çevirmenlik yapan binin üzerinde hasta yönlendirme personeli görevlendirilmiştir. Beden sağlığı konularının yanında ruh sağlığı alanında da çalışmalar baştan beri devam etmektedir. Benzer şekilde Türk Kızılay, Uluslararası Mavi Hilal gibi sivil toplum kuruluşlarında da göçmenlere yönelik bu yönde hizmetler verilmektedir. Örneğin Türk Kızılay’a bağlı toplum merkezleri bünyesinde yürütülen psikososyal destek hizmetleri kapsamında çok sayıda çevirmen psikoterapilerde görevlendirilmek üzere istihdam edilmektedir.
Bir kişinin yaşadığı ağır ve hassas konuları belki de zorlanarak paylaştığı bir ortamda uzman ve danışan haricinde üçüncü bir kişi olarak çevirmenin bulunması, çevirmenin kendisi için zor, uzman için bağlayıcı, danışan için ise huzursuz edici desek yanlış olmaz.
Uzman için danışanla aynı dili konuşmuyor olması ve belki kültürünü de bilmiyor olması bu kadar hassasiyet gerektiren bir iş yaparken ciddi şekilde kısıtlayıcıdır. Çünkü burada düz bir konuşma ve bilgi edinme görüşmesi değil beden dilinin, ses tonunun, tutum ve davranışların, söyleme biçiminin de belirleyici olduğu, söylenenin ötesinde, daha doğru bir ifadeyle arkasında yatanı keşfetme süreci söz konusudur. Bu iletişim ortamında yararlanıcı olan danışan açısından çevirmenin varlığı çeşitli açılardan olumsuz bir etki yaratabilir. Çevirmenin ruh sağlığı alanı uzmanı olmaması, kişinin yaşadıklarını, iç dünyasını ve hissettiklerini açması bakımından tedirgin ve çekingen davranmasına sebep olabilir. Çünkü uzman, mesleği gereği gizlilik ilkesini gözeten ve güven ortamını oluşturan kişidir danışan için. Öte yandan çevirmenin danışanla aynı kültürden olması, onun utanmasına veya sıkılmasına sebep olup, kendisini rahatça ifade etmesine istemeden engel olabilir. Danışanın özel hayatında çevirmenle ortak tanıdıklarının olabilme ihtimali bile danışanı huzursuz etmeye yetecektir. Bu gibi hususlar konusunda danışanı rahatlatmak ve güven ortamını oluşturmak için, psikoterapi öncesinde çevirmenin kendisini tanıtarak, o görüşmedeki görevini, sınırlarını açıklaması ve gizlilik ilkesine uyacağını hatırlatması uygun olabilir.
Terapi görüşmelerinin çevirmen açısından oluşturduğu zorluklar arasında yer alan en önemli husus, çevirmenin ikincil travma yaşama ihtimalini tetikleyen bir ortamda bulunmasıdır diye düşünüyorum. Bu, en başta kendisi de göçmen arka planına sahip olan çevirmenler için geçerli tabii ki. Özellikle kendisi de savaş mağduru olan çevirmenler için danışanla benzer şeyler yaşamış olması ve bunları terapi sırasında duyması onu ciddi ölçüde olumsuz etkileyecektir. Yaşadıklarının etkisini derinlere gömmüş veya gömmeye çalışmış birisinin sürekli aynı konularla yüzleşmek zorunda olması ve hatta “ben” diliyle bir aktarım gerçekleştirmesi, anlatılanları fazla içselleştirmesine ve travmalarının tetiklenmesine neden olabilir. Zaten çeşitli zorlukları olan çevirmenlik işinin, bir de kişisel olarak bu yönde etkilerinin olması, ele alınması gereken ciddi bir durum olarak görülmelidir. Hele görevlendirilen profil düşünüldüğünde, terapi sürecinin olması gerektiği şekilde yürütülmesinin zor olacağı aşikardır.
Burada ifade edilenler psikoterapi çevirmenliğinde etkili olabilecek önemli hususlardan yalnızca birkaçıdır. Tüm bunları dikkate aldığımızda terapi sürecini yöneten ve yönlendiren uzmanla, bunu olanaklı hale getiren çevirmenin iş birliği içerisinde olması kaçınılmazdır. Bunu sağlayabilmek için hem uzmanın çevirmenin karar verme sürecini anlamış olması ve bu sürece etki eden unsurların farkında olması, hem de çevirmenin uzmanın yürüttüğü ve yönlendirdiği görüşmenin yapısını kavramış olması gerekir. Çünkü ne çevirmen sadece kelime aktarır, ne de uzman sadece kelimelerle değerlendirmede bulunur. Buradaki karmaşık süreci anlayabilmek için, sanırım öncelikle terapi görüşmelerinin sohbetten çok farklı olduğunu kavramak gerekir. Sohbette konuşmanın gidişatına tamamen sebepsizce, konu herhangi bir şey hatırlattı diye, ya da sadece istedikleri için başka bir yön verebilir konuşmacılar. Oysa terapi, sohbetten çok farklı yürütülen bir tedavi sürecidir.
Ruh sağlığı alanının kendi dinamikleri bulunmaktadır ve bu dinamikler onu diğer tüm çeviri alanlarından ayırmaktadır. Ruh sağlığı alanı sağlık alanının bir alt alanı olarak görülse de, belirleyici farklılıklar barındırmaktadır. Doktor ve hasta arasında konuşulanlar, yani hastanın ne tür şikayetlerinin olduğu, ağrıları veya sıkıntıları gibi konular, doktorun, ilk izlenimlerden hareketle çeşitli tetkikler için yönlendirmede bulunması, bunların sonuçlarını değerlendirmesi, bundan hareketle bir tedavi uygulaması ve tedaviyi takip etmesi üzerinedir. Oysa ruh sağlığı alanında gerçekleştirilen psikoterapi görüşmelerinde uzman ve danışan arasında gerçekleşen konuşmalar söylenenin ötesinde söylenmeyen, görülmeyen ve tetkiklerle tespit edilemeyen hususlar merkezinde gerçekleşir. Ruh sağlığı alanı uzmanı en basit ifadeyle danışanın söylediklerinin altında yatanları ve bunların nedenlerini anlamaya çalışır. Görüşmelerin yapısının karşılıklı diyalogdan fazlası olduğu ve hatta özel teknikler ve görüşme yöntemlerinin benimsenerek gerçekleştirilmesi, bu işi çevirmen açısından daha karmaşık hale getirmektedir. Üst üste, birbirine benzeyen cümlelerle soru soran veya açıklama yapan bir uzmanın bunu bilinçli olarak, belirli bir amaçla yaptığını bilmek çeviri kararları ve tercihleri açısından önemlidir. Ya da uzmanın sorduğu bir soruya, sorudan çok bağımsız bir yanıt veren bir danışana, soruyu anlamadığını düşünerek düzeltmek amacıyla açıklama yapmak yerine, bunun danışanın ruhsal bir sorunu nedeniyle yapıyor olma ihtimalini düşünerek, uzmana olduğu gibi, yani hatalı aktarması gerektiğini bilmesi gerekir. Çünkü danışanın boşluklu, hatalı veya sürekli tekrarlayarak konuşması uzmanın ruh sağlığı sorununu teşhis etmesi için ona ipucu sunmaktadır. Öte yandan yüz ifadesinin, davranışlarının, mimiklerinin, ses tonunun ve hatta danışanla kurduğu veya kurmadığı göz temasının danışanı huzursuz edebileceğini ve böylece terapi sürecini olumsuz etkileyebileceğini de bilmeli çevirmen. Bunlar terapi görüşmelerinde dikkate alınması gereken hususlara sadece birkaç örnektir. Burada detaylara girmek bu yazının amacını aşacağından uzun uzun ele almak uygun olmaz, fakat çok daha fazlası olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Aralık 2018 – İstanbul Eğitimi
Bu etkinliklerden sonra Türk Kızılay, Çeviri Derneğinden bağımsız olarak da, kendi bünyesinde çalışan çevirmenlere yönelik kapasite geliştirme faaliyetlerini sürdürdü, sürdürüyor. Pandemi döneminde ve sonrasında özellikle psikososyal destek hizmetlerinde çevirmenlik konusunda eğitimler düzenlendi. Türk Kızılay hatta çevirmenlerle çalışan uzmanların da eğitimlere katılımını sağlayarak, uzman ve çevirmen iş birliğini destekleyici, çok önemli bir adım attı. Türk Kızılay buna ek olarak bu konuda hazırlanmış bir kılavuz çalışmasına da öncülük etti.
Türk Kızılay Kılavuz Kapağı
Sağlık Bakanlığı benzer şekilde kapasite geliştirme çalışmaları yaptı ve hâlen sürdürüyor. Sağlık Bakanlığı’nın bu yöndeki ilk adımı Mart 2022’de gerçekleştirilen bir çalıştay ile olmuştur. Söz konusu çalıştaya davet edilen Çeviri Derneği de alan uzmanı olarak 5 temsilci ile katılım sağlamıştır.
Mart 2022 – Sağlık Bakanlığı “Ruh Sağlığı Çevirmenlik Eğitimi Modülü Hazırlık Çalıştayı”
Çeşitli kurum ve kuruluş temsilcilerinin katılımı ile gerçekleştirilen çalıştayın ardından Sağlık Bakanlığı psikososyal destek hizmetlerinde çevirmenlik yapan kişilere yönelik bir eğitim içeriği oluşturması ve uygulaması için psikolog, psikiyatrist, sosyal hizmet ve çeviri alanı uzmanlarından oluşan bir danışman ve eğitmen grubu görevlendirmiştir. Oluşturulan içerikle çevirmenlere hem ruh sağlığı alanıyla ilgili temel bilgiler (terim bilgisi, yöntemler, zor konular, teknikler vb.), hem de çeviri alanıyla ilgili bilgi ve beceri (türler, araçlar, stresle ve zor konularla baş etme, senaryo ve uygulama örnekleri vb.) kazandırılması hedeflenmiştir. Çevirmenlerden burada edindikleri bilgileri tutum ve davranışlarına yansıtması beklenmiştir. Sağlık Bakanlığı eğitimlerden sonra gerçekleştirdiği süpervizyon görüşmeleri ile çevirmenlere verilen desteği sürdürüyor.
Bunlar sadece birkaç örnek. Ancak Türkiye’de bu konuda her ne kadar çeşitli faaliyetler gerçekleştiriliyor olsa da, en temelde çevirmenlerin adlandırılmasında ve görev tanımında bir standardın olmaması, uzman ve çevirmenin birlikte uyum içerisinde çalışmaları konusunda farkındalığın yeterince oluşmamış olması vb., psikoterapi çevirmenliğini hem tüm boyutlarıyla ele alarak derinleşen bilimsel araştırmalara, hem de uygulama alanında çeşitli iyileştirmelere ihtiyaç olduğunu göstermektedir.

Almanya Frechen-Bergheim doğumlu olan Filiz ŞAN, ilk, orta ve lise öğrenimini Almanya’da tamamladı. 2003 yılında Sakarya Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu, Yüksek Lisans derecesini 2006 yılında ve Doktora derecesini ise 2014 yılında aynı Üniversitenin Çeviribilim alanında aldı. 2012 yılında YÖK doktora bursu ile Almanya Mainz Johannes Gutenberg Üniversitesinde çalışmalarını sürdürdü. Lisansüstü eğitimi süresince İstanbul Üniversitesinde ve Sakarya Üniversitesinde Araştırma Görevlisi olarak görev yaptıktan sonra, 2015 yılında Sakarya Üniversitesi Çeviribilim Bölümüne Öğretim Üyesi olarak atandı.