Çeviri Üstüne Basında Çıkan Yazı

Siz hiç Murat Belge çevirisi olmadan yüreklerimize seslenecek bir William Faulkner yapıtı düşünebiliyor musunuz? Ya da Behcet Necatigil’in ruh katmadığı bir Knut Hamsun çevirisi.

Çeviri uzun ve meşakkatli bir yolculuk. Sadece dil bilmek ya da sözlüklere sığınmak yeterli gelmez çoğu zaman. Çevirmen kişi eseri farklı bir dilde yeniden yorumlayıp ruh katarken, en az yazar kadar sancı çekmeli ve değer görmeli bunun karşılığında. Edebiyat yaşamına çeviri eserlerle merhaba diyen Tomris Uyar, çevirilerine eserin yazarı kadar değer verirmiş. Eğer tanımadığı bir yazarın eserini çeviriyorsa, bir yazarın kitabı için araştırma yapması gibi o da yazarı araştırırmış. Yazarın nasıl giyindiği, kimlerle dolaştığı, hangi tür çevrelerde yer aldığı, siyasi bakışı Tomris’in çevirisine yön veren rüzgarlar olmuş. Sonrasında da eğer varsa yazarın fotoğrafına bakıp onun dilini Türkçe’deki o dilin coğrafyasına oturturmuş. Tomris “Türkçe çok oynak, çok hızlı hareket eden bir dil. O yüzden sözcükleri seçerken çok dikkatli olmak gerekiyor” der.

Çeviri eserler edebiyat dünyasındaki önemli bir fikir ve bilgi açlığını doyuruyor. Büyük yayınevlerinin eserlerinin yarısından fazlası çeviri edebiyatından oluşuyor. Doğum yeri Babil olan çeviri yurdumuza ilk Tanzimat ile uğramış. Özellikle roman ve öykünün gelişiminde Batı Edebiyatı’ndan yapılan roman çevirilerinin büyük katkısı var. İlk olarak Fenelon’un “les Aventures de Telemaque (1699)” adlı yapıtı Yusuf Kamil Paşa tarafından dilimize kazandırılmış. Yayınlandıktan yaklaşık 200 yıl sonra dilimize Terceme—i Telemak adıyla çevrilen yapıtı Victor Hugo’nun Sefiller romanı, Daniel Defoe’nun Hikaye’i Robinson’ı (1864) ve François Rene Chateubriand’ın Atala (1872) çevirileri izledi.

Yanlış çeviri Bağdat’tan döner….

Ancak edebiyatın kırılgan evladı olarak anılan çeviri ne yazık ki hak ettiği titizliği ve önemi göremiyor. Yanlış çevirilerinden dolayı okurun tepkisini çeken ve piyasadan çekilen kitaplar da bunun en acı kanıtı. Elbette ki bunun suçunu hem çevirmenlerde hem de yayınevlerinde aramak gerek. Siz bakmayın her büyük caddenin çeviri bürolarıyla dolu olduğuna. Ülkemizde nitelikli çevirmen sanılandan çok daha az. Bunun nedenleri arasında çevirmenliğin başlı başına bir meslek olarak görülmemesi var. Genellikle biraz yurt dışı tecrübesi olanlar ya da öğrenciler ek iş olarak çeviriye yöneliyorlar. Maliyetleri bir profesyonelden daha az olduğundan yayınevlerine de cazip geliyor bu. Ortaya da çeviri kokan ve yazara ihanet eden eserler çıkıyor. Oysa yazardan eserini emanet alan çevirmenin yalnızca bu işe konsantre olması gerekir. Henüz ergenlik çağını yaşayan bu taze meslek ilk olarak 1983 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde Mütercim Tercümanlık bölümünün açılmasıyla okullu oldu. Böylelikle yetişen diplomalı tercümanlar bu sektöre canlılık ve kalite kazandırdı.

“Bir anlamda iletişimci olan çevirmen, kendi dilinde sevilen bir yazarı başka dillere sevdiren kişidir” diyor İlknur Özdemir. Dünya Kitap Çeviri Ödülü sahibi yazara göre eğer Ahmet Altan ya da Orhan Pamuk bu coğrafyaların dışında da başka yüreklere seslenebiliyorsa bu, yazar kadar çevirmenin de başarısı. Yüzde 70’ini çeviri eserlerin oluşturduğu Can Yayınları’nda yayın yönetmenliği de yapan Özdemir’e göre nitelikli çeviriye hasret kalmamızın nedenlerinin başında, çevirmenin bilmediği kelimeler için sözlükten bulduğu ilk anlamı kullanması geliyor. “Mesela Almanca’daki bir kelimenin ilk anlamı kırıntı. Ama 4. anlamı çam yarması. Örneğin çevirmen iki metre uzunluğundaki bir adama kırıntı adını takıyor. Son yıllarda pek çok çeviri bölümü açılmasını çok olumlu bulmakla birlikte bazı çekinceleri de var. “Öğrenci arkadaşlarımız daha üniversitenin ilk yılında kendilerini çevirmen olarak görmemeliler. İyi çevirmenleri takip ederek kendilerini geliştirmeleri gerek. Ben işletme mezunuyum ama büyük ustaları takip ederek kendimi yetiştirdim” diyor. Özdemir her önüne gelenin çevirmen olmasını da eleştiriyor. Can Yayınevi okuyucudan gelen tepki üzerine çeviri hataları dolayısıyla Umberto Eco ve Marguerite Duras çevirilerini piyasadan çekerek tekrar çevirtmişti.

Biraz adaptasyon lütfen!

Kaknüs Yayınları editörü ve çevirmen Seda Çiftçi’ye göre önemli olan çevirmenin iki dile de hakim olması ve çevireceği konuda bir formasyonu bulunması. Çevirmen alırken kitap okuyan, yurt dışı tecrübesi bulunan, çeviri sabrı ve motivasyonuna sahip insanları tercih ettiklerini belirtiyor. Çiftçi’ye göre çevirmenlik ek iş olarak görülmemeli ve başlı başına bir meslek olarak icra edilmeli. Bir tercüman olarak yeni başlayanlara özel bir formasyon gerektirmediği için masal kitaplarını tavsiye ediyor. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık mezunu Çiftçi çeviri kitap okurken özellikle Tahsin Yücel, Ülker İnce, Tomris Uyar, Cevat Çapan ve Kamuran Şipal tercümlelerin tercih ediyor. Özellikle bir Ahmet Yüksel Özemre çevirisini hiç kontrol gerektirmeden baskıya gidecek kadar güvenilir bir çeviri olarak görüyor. Çeviriyle beraber adaptasyon yapılması çok doğal çünkü çeviri biraz da kültür işi. Çevirmen yorum katmalı ve aradaki boşlukları doldurmalı. Örneğin bir Alman arap sabununu bilmediğinden onun yerine sıvı sabun yazabilir ama bir çevirmen bu ayrımın farkında olmalı. Ya da “take a shower” duş yapmak değil, Türkçe’ye duş almak olarak geçmiş. Bu kadar önemsiz hatalar görmezden gelinebilir ama “take a bus”, otobüse binmek yerine otobüs almak olarak çevrilirse o çevirmene duyulan saygı ortadan kalkar.

Bende çevirmene verecek para yok!!!

Pikus Dergisi’nde çeviri eleştirileri yazan Sırma Köksal son zamanlarda ismi bizde saklı bir yayınevinin özellikle klasikleri kırparak çevirdiğini ve bunu bir yayın politikası haline getirmesini eleştiriyor. Bu tarz deformasyonlar en çok klasiklerde karşımıza çıkıyor. Çünkü yeni çıkan telif yasasına göre bir eser yazarının ölümünden 70 yıl sonra kamu malı sayılıyor. Piyasada aynı kitabın birden fazla çevirisini görmemiz de bu yüzden. Üstelik ya hepsi birbirinden farklı ya da birbirinin taklidi çeviriler. Telif hakları bazen çevirmeni mağdur durumda da bırakabiliyor. Örneğin yıllarca Tomris Uyar’ın çevirisiyle okunan Küçük Prens romanı telifli hale gelince telif hakkı farklı bir yayınevi tarafından satın alınmış. O sırada telif hakları Ajansı’nda çalışan Köksal da yayınevini arayarak kitabın tekrar aynı çeviri ile basılması için telif hakkı talep etmiş. Yayınevi sahibinden “Bende çevirmene verecek para yok” cevabını almış. Sonuç 10 gün içinde üstünkörü çevrilen ve telif hakkıyla korunan Küçük Prens çevirisi uzun yıllar daha pek çok küçük okuyucuyu hayal kırıklığına uğratacak. Aynı şekilde Melih Cevdet Anday’ın mükemmel çevirisiyle dilimize kazandırılan Gogol’un Ölü Canlar adlı eserinin piyasada başka çevirileri de bulunuyor. Bir çeviri eleştirmeni olarak araştırma ve inceleme yazılarında Ali Berktay, edebiyat eserlerinde Cemal Ener, Tomris Uyar, Murat Belge ve Behçet Necatigil çevirilerini tercih ediyor. Sırma Köksal’ın özellikle uzak durmayı tercih ettiklerinin isimlerin başında Kamuran Şipal ve Mehmet Emin Kılıçbay çevirileri geliyor.

Çevirmenler bir çatı altına….

Kasım 1999’da Çeviri Derneği uzmanlaşmış çevirmenler, üniversite hocaları ve çeviri bölümü öğrencilerinin katılımıyla kurulmuş. Bu çatı altında 60 üye var. Derneğe üye olmak için en az iki yıl çeviri ile uğraşmış ve bu alanda kendini kanıtlamış olmak gerekiyor. Derneğe yaptığı çeviriden hakkını alamamış çevirmenler ya da yanlış çeviriden şikayet edenler başvuruyor. Başkanlığını Hasan Anamur’un yaptığı dernek, çeviri ve çevirmenliği daha iyi yerlere taşımayı amaçlıyor. Başkan Yardımcısı Osman Kaya’ya göre iyi bir çevirmen metne sadık kalarak en iyi yorumu ve ifadeyi ortaya koyan kişidir. Teknolojinin nimetlerinden çevirmenler de yararlanıyor. Elektronik sözlükler ve özel çeviri programları sayesinde hem çeviri yapmak kolaylaştı hem de çeviri maliyetleri düştü. Bizden söylemesi; eğer alacağınız kitap çeviriyse gözünüz yazar kadar çevirmende de olsun.

Çeviriye akademik bakış

Yayın dünyasındaki çeviri koşuşturmasına ‘mektepli çevirmenler’ de tepkisiz kalamıyor. Fatih Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı öğretim görevlisi Azize Boşnak’a göre iyi bir çevirmen doğallık ilkesine ihanet etmeden çevirdiği dilden sıyrılmayı bilmeli. Aksi takdirde okuyucu orijinal eserdeki atmosferi yakalayamaz ve ortaya çeviri kokan eserler çıkar. Çevirmen her zaman hedef dildeki karşılığı aramalı. Bu da dil bilmek kadar kültür aşinalığını da beraberinde getirir. Görüştüğümüz akademisyenlerden bazıları konunun hassasiyetinden dolayı iyi ya da kötü çevirmen tanımlamalarını reddederek suskun kalmayı tercih ettiler.