Çeviri İşletmeleri ile Serbest Çevirmen İlişkileri Üzerine Bir Analiz ve Öneriler
Yazar: Faruk Atabeyli
Hizmet sektöründe geleneksel olarak uzun vadeli iş akitleri ile düzenlenen çalışan-işveren ilişkileri son 10 yılda hızlı sayılabilecek bir değişiklik sürecinden geçti. Bu değişimi en basit şekilde tarif etmek gerekirse; internetin çalışma amaçlı kullanılmaya başlaması ile iş yerlerinde fiziksel olarak bulunma ihtiyacı büyük oranda azaldı ve önceleri sadece belirli sektörler tarafından kullanılan serbest (freelance) hizmet sağlayıcılar üzerinden iş üretme yöntemi yaygınlaştı, şimdilerde yerleşik hale gelme yolunda ilerliyor. Özellikle 2020’de başlayan COVID-19 pandemisi ile neredeyse tüm sektörlere yayılan serbest hizmet sağlayıcılar üzerinden iş yapma yöntemi çeviri sektöründe (özellikle de ülkeler ötesi işlerde) zaten çok uzun süredir uygulanmaktaydı.
İlk değerlendirmede, işletmecilere ve serbest çalışanlara farklı açılardan avantajlar sunan bu yöntem ayrıntılı irdelendiğinde, gerek temel iş yapma ilkeleri açısından gerekse gündelik iş akışı sırasında içinde pek çok sorunu barındırdığı görülecektir. Yeni yeni belirginleşen işleyiş biçiminin temel kurallarının yeterince tartışılmadan, ilkeler ikinci plana itilerek pragmatik yaklaşımlarla belirlendiği bu karşılıklı bağımsız çalışma yöntemi; elbette uygulama sırasında, daha geniş bağlamda bakıldığında ise ilkesel açıdan haksızlıklara ve hatta suiistimale açık olma görüntüsü verebiliyor. Çevirmenlere özgürlük, bağımsızlık, kendi zamanını gönlünce kullanma gibi cazip avantajlar sunuyor olsa da işverenlerin düzenli iş akışı, düzenli ödeme, nedensiz ve yaptırımsız biçimde iş ilişkisini kesme gibi olası tutumlar, bu özgürlük duygusunun altına bir süreklilik ve güven eksikliği kaygısı seriyor.
Bu kısa blog yazısında, çeviri hizmetlerini bağımsız olarak sağlayan serbest çevirmenler ve onlara iş gönderen çeviri işletmelerinin karşılaştıkları gerçek sorunların ve aksaklıkların sadece en sık dile getirilenlerine değineceğim. Bu sınırlılık içinde de konunun kritik noktalarını görebileceğimizi düşünüyorum, zira sorunların çokluğu ve çeşitliliği, çözümün de karmaşık olmasını gerektirmiyor.
Çeviri işletmeleri ile serbest çevirmenler arasında yaşanan sorunların düzenli olarak belirli bir sistematik içinde dile getirilmediğini ve alenileştirilmediğini söyleyebiliriz. Sorunlar üzerine tartışma açılacak ve çözüm üretebilecek ortak bir zemin veya platform bulunmadığından, ilişkideki aksamaları serzeniş, şikâyet, suçlama gibi duygusallık temelinde yansıtmak çok yaygın. Serbest çevirmenler kendilerini internet üzerindeki muhtelif portallarda ve sosyal medya platformlarında (ProZ.com, Facebook, LinkedIn vd.) ifade ediyorlar. Çeviri işletmeleri ise yaşadıkları sıkıntıları birbirleriyle sohbetler sırasında ve mesleki örgüt toplantılarında, resmi gündem konusu yapmadan, ama yaşadıklarını paylaşarak ifade etmekte. Her iki taraf da sorunları iş etiği, sorumluluk, dürüstlük, güvenilirlik gibi içeriği belirgin olmayan kavramlarla dile getiriyor ve esas eksikliğin sağlıklı işleyen, tarafları eşit derece koruyan, öznelliğe yer bırakmayan ve tanımları, kavramları, ölçütleri belirgin bir sistemin yokluğuna bağlamıyor.
Karşılıklı Eleştiriler
Yaşanan sorunlar kimi zaman benzerlik gösterse de doğal olarak çevirmenler için ve çeviri işletmeleri için farklı şekillerde tezahür etmekte. Çevirmenler sıklıkla işi veren ile işi görenler arasındaki iş sözleşmelerinin her iki paydaşı da eşit derece korumadığını, sadece işverenin yapılan çeviri eylemi ile ilgili beklentilerini güvence altına aldığını ve çevirmen haklarıyla ilgili maddeler içermediğini iddia ediyor ve bu durumu eleştiriyor. Çevirmenler burada ilkesel olarak haklılar. Çevirmen sözleşmeleri işletmelerce tek taraflı hazırlanmış ve ağırlıklı olarak işin yapılış şeklini ve bazı idari işlevleri düzenleyen ve sadece işletmeyi koruyan metinler. Bu sözleşmeler kimi zaman çeviri işletmeleri için de sorunlar yaratabilse de, zaten işletmeler kendi ihtiyaçları doğrultusunda hazırladıkları metnin aksayan yönlerini öncelikle kendi şikayetlerini giderecek şekilde düzelterek uygulama avantajına sahipler. Oysa her sözleşme, hangi tarafın hazırladığı fark etmeksizin eşitlik dengesini gözetmelidir.
Serbest çalışma yöntemini isteyerek veya mecbur kaldıkları için seçen çevirmenler, başta Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) metinleri temel alınarak hazırlanmış olan ülkemiz İş Kanunu olmak üzere herhangi bir mevzuat tarafından korunmadıkları gibi, Türkiye özelinde çoğunlukla örgütsüz olduklarından kendi mesleklerinin iş tanımlarının belirlenmesinde dahi söz sahibi olamıyorlar. Bu yönde Çeviri Derneği’nin (ÇevDer) de katkı yaptığı Mesleki Yeterlilik Kurumu’nun Çevirmen Meslek Standardı çalışmaları çok önemli bir adım. Ancak, çevirmenlik mesleğinin kapsamını çok ayrıntılı şekilde tanımlayan bu çalışmalardaki en büyük eksiklik, meslekleri ayrıntılı olarak tanımlanan serbest çevirmenlerin sürece dahil edilmesi için yeterince çaba gösterilmemiş olmasıdır.
Bu noktada, bu makalede anılan çevirmenlerin kitap çevirmenleri değil sektörel metin çevirmenleri olduğunu vurgulamak gerek. Çevbir üyesi olan ve kitap çevirisi yapan meslektaşlarımızın örgütlü oldukları ve kendi sözleşmelerini oluşturdukları biliniyor. Çevbir bildiğim kadarıyla üyelerinin haklarını etkili bir şekilde korumakta. Ayrıca kitap çevirmenlerinin çevirdiği metinler işlenmiş eser kabul ediliyor ve fikri mülkiyeti ve telif hakkını düzenleyen mevzuat belli bir koruma zemini sağlıyor.
Burada bahsettiğimiz serbest çevirmenler; çeviri bürolarından veya işletmelerinden gelen sektörel metinlerin çevirilerini yapan, kısa projelerde, dar teslim süreleriyle, sürekli bir iş akışı içerisinde çalışıyorlar. Sektörel metin çevirmenleri de kendi çıkarlarını koruyan bir şablon sözleşme metni üretmelidir, ya da mevcut işletmeci sözleşmelerinin çevirmen taleplerini de yansıtacak şekilde değişmesini sağlamalı, özetle sözleşme üzerinden ilkesel konuları ve uygulama ile ilgili maddeler de içeren bir standart oluşturmalıdır. Böyle bir sözleşmeyi yeni baştan hazırlamak yerine çoğunluğu Avrupalı dil hizmetleri sağlayıcılarının kendilerine dil hizmetleri veren serbest çevirmenlerle (ve firmalarla) yaptıkları çok kapsamlı hizmet sözleşmelerinden yararlanılabilir. Bu hizmet sözleşmeleri çevirmenin görevini son derece net olarak tanımlamakta; üstleneceği sorumlulukları, tecrübesini, uzmanlık alanlarını ve daha pek çok niteliğin yanı sıra kurması gereken donanımı, yazılımı, mali altyapıyı ve daha pek çok ayrıntıyı muğlaklık ve yoruma açık olmayacak şekilde ifade etmekte.
Örnek sözleşme metinlerinde çevirmenler için “dil hizmetleri sağlayıcısı” terimi kullanıldığını not etmekte yarar var. Çevirmen nitelemesinin kullanılmamasının nedeni çeviri eyleminin, giderek karmaşıklaşan ve artık yerelleştirme olarak kabul edilen diller arası aktarım eyleminin, öncesinde ve sonrasındaki bağımlılık içerisinde olduğu başka pek çok adımdan yalnızca biri olması ve çevirmen teriminin sözleşmedeki hizmetleri veren kişi tanımını yeterince karşılamaması. Çevirmen diye sadece metin çevirisi bağlamında düşündüğümüz kişilerin bugün artık büyük çoğunluğu teknoloji ile iç içe geçmiş bu eylemlerden birden fazlasını yapabilecek, yani yerelleştirme hizmetlerinin birden fazlasını sağlayabilecek bilgi ve beceriye sahip. Sorunlardan bazıları mevcut sözleşmelerde çevirmen olarak tanımlanan kişilerden işletmecilerin çeviri ötesinde sayılabilecek işleri talep etmeleri olabilir mi? Örneğin farklı dosya formatları ile çalışabilmek, kaynak metin içindeki sayfa düzeni, referans bağlantıları ve daha pek çok yazılım öğesini çeviriye doğru şekilde aktarabilmek, otomatik kalite kontrol yazılımları satın almak ve kullanmak bu beklentilerden bazıları olabilir.
Sorunlar
İkisi çevirmenler ve ikisi işletmeciler açısından en sık dört sorunun öne çıktığını söyleyebiliriz. Elbette sorunlar bundan ibaret değil, ama aradaki gerginliği iyi temsil ettiği için bu örneklerle sınırlı kalarak çözüm önermek bu yazının amacı için yeterli olacaktır.
Çevirmenler açısından en sık yaşanan ve can yakıcı sorun ödemelerdeki gecikmeler, kesintiler ve hatta hiç ödeme alamama durumunda kalmak. Çok sayıda vakanın ayrıntısını bilmeden ve analizini yapmadan bu konunun nedenleri üzerine yorum yapmak ve çözüm önermek olanaksız. Ancak sorunun uzun yıllardır var olması ve uzlaşı ile kalıcı olarak çözülememesi tarafların şimdiye kadar birbirleriyle eşit şartlar altında görüşmediklerinin bir göstergesi olmalı. Mevcut durumda parasal anlaşmazlıklar münferit olarak ele alınıyor, sonrasında da çözülüyor veya çözümsüz kalıyor. Spesifik sorunlar, karşılıklı duygusal tepkilerle değil, ödeme sorunlarının da tanımını ve ilkelerini içinde barındıran dengeli bir sözleşme metni üzerinden ele alındığında ancak en rasyonel sonuçlara ulaştırabilir.
Çeviri işletmeleri için ise çevirmenlerin iş teslimini geciktirmeleri bir sorun. Yukarıda bahsedilen ödemelerle ilgili sorunlardan bazılarının geç teslim nedeniyle çevirmen ücretinden kesinti yapılması üzerine çıktığını biliyoruz. Ancak kesintinin veya ödememe durumunun nedenleri ve miktarı tek taraflı düzenlenen mevcut sözleşmelerde şeffaf bir şekilde açıklanmıyor ve çoğunlukla çeviri işletmesinin takdirine bırakılıyor. Burada da hem sorunun dillendirilmesi hem de çözüm arayışı, sorunun net ve ayrıntılı tanımı çözüm yolu olmadığından “şirkete yakışmadı”, “ iş ahlakına uymaz”, “lütfen en kısa zamanda”, “elektrikler kesildi” gibi duygusal kavramlarla yapılıyor. Halbuki daha eşitlikçi bir sözleşme bu maddelere ilişkin kriterleri ve yaptırımları tanımladığında taraflar sorunu ihlal edilen madde numaraları ve buradaki tanımlar üzerinden tartışabilir ve haklılık veya haksızlık durumu daha belirgin hale gelebilir. Çevirmen tarafından çeviri işletmesine yönelik bireysel girişimlerle yaptırım uygulamasını beklemek hiç gerçekçi değil. Konu hak arama aşamasına geldiğinde bunun serbest çevirmeni temsilen bir mesleki örgüt tarafından yapılması sonuç almayı daha kolaylaştırabilir. Serbest çevirmen örgütlenmesindeki (veya mevcut örgütlenmelerin bu yönde bir mekanizma kuramamasındaki) eksiklik burada bir kez daha karşımıza çıkıyor.
Hem çevirmen hem de çeviri işletmesi açısından sorun olan bir diğer konu ise çevirinin niteliği ve kontrol süreçleri. Çeviri kontrolü sırasındaki değerlendirme, yani çeviri kalitesinin ölçülmesi her iki taraf açısından da gerginliklere yol açan bir ortak sorun kaynağı. Çevirmenler teslim ettikleri işin kontrolünü üstlenen düzeltmenler tarafından gereksiz değiştirilmesini ve olumsuz değerlendirilmesini eleştiriyor ve niteliklerine peşinen güvenemedikleri bu kişilerin müdahaleleriyle haksızlığa uğradıklarını düşünerek uygulamalara itiraz ediyor. İtirazın birinci nedeni düzeltmenin yaptığı değişikliklerin niteliğinin tartışmaya açık olması. Çevirmenler, biraz da doğal refleks olarak düzeltilerin büyük çoğunluğunun öznel olduğu kanaatinde. Çok da haksız değiller. Çünkü çeviri işletmelerinin büyük çoğunluğunun standart bir değerlendirme yöntemi benimsediğini söylemek olası değil, kararları düzeltmenin inisiyatifine bırakıyorlar. Nelerin hata kabul edildiğinin tanımı, önem seviyesi, bu seviyelere puan atama gibi mevcut metodolojilerden herhangi biri takip edilmeden ve nesnel ölçüm yapılmadan, kesinlik taşımayan bulanık kriterlere dayalı kontrol yöntemi veya yöntemsiz kontrol bu çatışmanın temel nedeni. Halbuki bu konuda birden fazla çeviri kalitesi ölçüm yöntemi var ve çoğu benzer metrikler kullanan kontrol süreçleri oluşturmak düzeltme kriterlerini somutlaştırıyor ve olabildiğince objektif hale getiriyor.
Çeviri işletmeleri ise doğal olarak müşterilerine en iyi çeviriyi teslim etmek isteseler de müşterinin beklentileri hakkında “iyi çeviri olsun” gibi genel ifadeler dışında fazla bilgi alamıyorlar ve bu tanımı önce çevirmenin sonra düzeltmenin kişisel değerlendirmesine bırakma eğilimindeler. Çeviri işletmesinde kadrolu olarak çalışan düzeltmen kendi kurumunu önceleyerek, serbest düzeltmen ise aldığı saat ücretini hak etmek için kişisel tercihleri doğrultusunda gerektiğinden fazla değişiklik yapabiliyor.
Çeviri kalitesi ancak belirli kurallara bağlı olarak, nesnel kriterler kullanarak ve hata metrikleri ile nicelleştirerek ölçüldüğünde ortak kabul görebilir. Çeviri işletmeleri ve çevirmenler bu konuda uzlaşmalı ve değerlendirme kriterlerini ve kalite ölçüm yöntemlerini ortak tespit etmelidir. Bu konuda çok sayıda akademik çalışma bulunsa da, halen kullanılmakta olan yöntemlerden birini benimsemek daha basit olabilir. Standartlara ve metriklere genel bakışı burada, biraz daha pragmatik bir yaklaşımı ise burada bulabilirsiniz. Ayrıca aşağıdaki tablo düzeltmenlere kalite değerlendirmesi sırasında izlenecek temel ölçütleri de bilgi olarak vermekte.
Öneriler
Çevirmen-çeviri işletmesi arasında uzlaşmazlık hali ve bunun sonucunda ortaya çıkan sorunlar yıllardır süregelmekte ve yakın bir zamanda köklü ve kalıcı biçimde çözülecek gibi görünmüyor. Ama varsayımsal olarak düşündüğümüzde aslında ideal çözümler yok değil. Bu çözümlerin içeriğini şimdilik kenarda tuttuğumuzda en temel gerçeklik, serbest çevirmen ve çeviri işletmecisi arasındaki iş ilişkisinin şeffaf, eşit, dengeli, net tanımlar içeren ve hiçbir konuya duygusal ve takdire dayalı yaklaşmayan bir sözleşme ile kurulması gerektiğidir. Bu sözleşmelere içerik oluşturmak için yeterli örnek malzeme var. Üretilen içeriğin kendisi bir standart olmasa da ISO ve EN gibi mevcut uluslararası standartlardan alıntılar yapılarak Türkiye şartlarına uygun normlar oluşturulabilir. Çok ayrıntılı bir çalışma olan Çevirmen Meslek Standardı böyle bir sözleşme için çok sayıda madde başlığı içeriyor. Ama teorik olarak çok iyi görünen böyle bir girişimin yeterli örgütleme desteği sağlanmadan ve alan paydaşları tarafından benimsenmeden sonuç beklemek çok gerçekçi olmayacaktır.
Çevirmen-çeviri işletmesi sözleşmesinin hazırlanması ve iş ilişkisinin olabildiğince eşit kurulması, yukarıda da bahsedildiği gibi, özellikle çevirmenlerin örgütlü olarak temsil edilmesi ile sağlanabilir. Serbest çevirmenler arası örgütsüzlük bir eksikliktir ve bu konu ÇevDer’in gündeminde orta vadeli yer almalıdır. ÇevDer bünyesinde yeterli sayıda serbest çevirmen var, bu girişim derneğin kendi bünyesindeki serbest çevirmenler tarafından başlatılabilir. Camianın görece dağınık olmasının yarattığı eksiklik, çeviri alanındaki paydaşlara eşit mesafede olduğunu vurgulayan ÇevDer’in yapısı altında bir proje olarak başlatılabilir ve diğer alan paydaşlarının görüşüne açılabilir. Kuşkusuz bu destek ÇevDer’in taraf olduğu görünümünü vermemeli, ÇevDer eksikliklerin tamamlanmasına katkı sunan deneyimli bir STK olarak taraflara eşit mesafesini korumalıdır. Yıllardır çeviri alanının her yönüyle gelişmesi için çalışan ÇevDer, kanımca gündemine en az aldığı serbest çevirmenlerin çalışma koşulları konusuna da önümüzdeki dönemde hak ettiği ilgiyi göstermelidir.
Faruk Atabeyli, TED Ankara Koleji ve Boğaziçi Üniversitesi mezunudur. Bankacılık bilgi sistemleri alanında başladığı profesyonel yaşamını farklı sektörlerde sürdürdü. Sektörel metin alanında önce serbest çevirmen olarak başladığı çevirmenliği 2004 yılından itibaren tam zamanlı yapmaya başladı, ardından da işletmeci olarak, ama yine çeviri üretiminde yer alarak devam ettirdi. Yurtiçinde ve dışında firmalara çeviri, yerelleştirme, makine çevirisi ile dil ve kültürlerarası aktarım konularında danışmanlık hizmetleri, çeviribilim eğitimi veren üniversitelerde konu uzmanı olarak ders ve seminerler vermekte, toplantı ve konferanslarda konuşmacı olarak bilgi ve birikimini öğrenciler ve akademisyenlerle paylaşmaktadır. Çeviri Derneği üyesidir ve bir dönem başkanlığını yapmıştır.